BİZ OLAMADIK GİTTİ
Göz göze geldik, diz dize geldik, elele geldik, yanyana geldik, ayını dili konuştuk, aynı ekmeği paylaştık ama bir türlü biz; Biz bize gelemedik.
Ömer Sabri KURŞUN
-…sɹǝʇ nq ʞǝʇ ɹıq ɐp ɐpunloʎ ʎǝs ɹǝɥ ıʞuɐs…
Şimdi diyeceksiniz ki bu yazı neden ters. Dedik ya; yazıyı okursanız cevabı alacaksınız…
Göz göze geldik, diz dize geldik, elele geldik, yanyana geldik, ayını dili konuştuk, aynı ekmeği paylaştık ama bir türlü biz; Biz bize gelemedik.
Herkes yaraları kadar yaşıyor hayatta. Kimi az, kimi fazla. Kimini sıyırıp geçiyor, kimini de en derinden.
Kimi yarasını bir başkasını yaralayarak, kimi de içten içe kendi kendini yaralayarak iyileştirmeye çalışıyor ve tam kabuk bağlıyor derken, bir bakıyoruz yine bir başkası söküp atmış kabuğunu yaralarımızın umursamayan yüzlerle geçirilen boş zamanlar.
Yaralarınız bir başkasının yaralarını kanatarak kapanmaz kuş beynimizle idrak edemediğimiz gerçek bu!
Belki de!.. O yüzden biz olamadık!..
Canımı yakan acılar… Sesimi kısan anılarım var!.. Dalları kırılmış hayaller…
Birde hiç geçmeyen acılarım var!!!
Sevginin ve saygının insan hayatında ki en büyük değer olduğunu bilseydik eğer başkalarına acı vermezdik…
Özü sözü bir olmayan vefadan uzak iyi niyete ihanet eden herkesten uzak durmaya çalışıyorum ama kopmuyorlar bir türlü, kalın kırmızıçizgilerim de olsa arada bazı koparamadığım bağlar var…
Keşke elimde olsa da hafızamda bana acı veren ne varsa hepsini çekip alsam keşke…
Giden gelir mi bilmem ama gelirse ben biliyorum artık neyi, kimi seçeceğimi.
İçimde fırtınalar kopuyor bazen, sinirleniyorum. Olanlara, yaşananlara, yaşanmayanlara kızıyorum umutsuzluğa kapılıyorum, asla geçmeyecek ve ben hep geçmişte asılı kalacağım diyorum.
Sonra… Sonra usulca fısıldıyor zaman: “Bana bırak…”
Sevilmedim diye üzülmedim hiç. Beni en çok sevdiklerim üzdü zaten. Sevmediler diye değil, sevilmenin değerini bilmediler diye üzüldüm. Hem de her gün sevgiden bahsedip, sevgiyi yazdığım halde. Sevgimi öteleyebilirler, hakkımı yiyebilirler, ama dikkat etsinler sindirmesi zor olur.
Türkiye’de, herhangi bir kahvehaneye gidin, yandaki masadan, ortalama bir vatandaşın şöyle dediğini duyabilirsiniz; “Ne demiş Cenab-ı Hak; ‘Kul hakkıyla karşıma gelme!..”
Nerede demiş?.. Hangi ayette demiş?.. Diye itiraz etmenize gerek yok, çünkü bu söz, tam da Kur’an’ın ruhununun Müslüman halk muhayyilesinde yoğrularak dile gelmiş ifadesidir.
Kul hakkıdır acı olur, keder olur, bela olur yapışır canınıza…
İşte çevresine saygılı yaşayan insanların, çevresini kirletenlerden de alacağı kul hakkı var. Yok mu?.. Var hem de nasıl var…
Bakın dünyayı ne hale getirdik. Dümdüz düşünün lâkinlerle âmâları bir kenara bırakın da kendinize dürüst olun artık. Olmadı. Batırdık, bitirdik dünyayı.
İnsanlık, tarihin en büyük sınavı ile karşı karşıya: “Küresel İklim Krizi.”
Bu sınavı geçemezsek yaşam insanlık için artık devam etmeyecek.
Sizi doğrudan ilgilendiren bu krize kayıtsız kalma. Bu bir ölüm kalım meselesi… Evimiz yanıyor. Şimdi yangını konuşmanın değil, söndürmenin zamanı.
Dünyamız fosil yakıtlar nedeniyle sanayi devrimi öncesine göre ortalama 1 derece ısınmış durumda. Bilim insanlarına göre kritik eşik 1,5 derece. Yani dünyamız yarım derece daha fazla ısınırsa bizi bekleyen gelecek felaketlerle dolu.
Kapitalizm üretkenliği artırırken toplumsal adaletsizlikleri de görülmemiş ölçüde arttırdı. Her biri kendi ulusal ekonomik çıkarlarını savunan devletler ekonomik krizi bahane ederek ekolojik krizi durdurmak için hiçbir adım atmıyor…
Plansız şekilde büyüyen kentler hem tarım arazisi ve bitki örtüsü kaybına yok açıyor hem de betonlaşma etkisiyle güneşten gelen ısıyı emerek sıcaklık artışını şiddetlendiriyor ve ısı adası etkisi yaratıyor…
İklim krizi yüzünden önümüzdeki 11 yılda 120 milyon kişi daha yoksullaşacak. İklim değişikliği sebebiyle milyonlarca kişi yaşama, beslenme, barınma ve su gibi temel insan haklarından mahrum kalacak ve 2100’e kadar deniz suyu seviyesi 2 metreye kadar yükselebilir. Bu durumda milyonlarca kişi yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalacak diyor iklim mühendisleri uzmanlar…
Biz ne yapıyoruz: Denizleri doldurduk, denizi yerinden ettik. Sahil şehirlerimizde deniz eski yerini istedi bastı şehirleri. Sevemedik doğayı, sevmedik o güzellikleri. Gölleri nehirleri kuruttuk ev yaptık. Dünyayı, insanları canlıları sevmeyi unuttuk.
Biz çocukken; dört mevsim vardı doyasıya yaşadığımız. Şimdi mevsimler ya yaz, ya kış oldu.
Yaşayamıyoruz baharları. Her mevsim hormonlu yiyecekler satılıyor, dünya kadar paralara…
Biz çocukken; biz diyorum çünkü kalabalıktık çok… Yani aslında biz diyebileceğimiz kadar çoktuk..
Küçücük kollarımıza sığdırıyorduk tüm sevdiklerimizi… Sonra bir büyüdük bir büyüdük, koskocaman açtığımız kollarımız boş mu kaldı?… Yoksa sığdıramadık mı sevdiklerimizi…
Biz olamadık aslında bir daha, sen ben olduk…
Ben sana, sen bana, hepimiz birbirimize, seni çok ama çok seviyorum desek.
Hiç bir zaman savaşlar kavgalar olmasa, kinler, ihanetler ve benlikler olmasa.
Tüm silahlar yok olsa, kendi ecelimizle ölsek olmaz mı?..
Öbür dünyada cenneti arayacağımıza bu dünyamızda Cennetimizi yaşasak olmaz mı?..
Herkes gerçekten eş, herkes gerçekten anne, herkes gerçekten baba, herkes gerçekten insan olsun.
Dünyada kuş gribi, korona, grip ve diğer bulaşıcı hastalıklar gibi değil de, insanlık, vicdan, ahlak, saygı, sevgi ve vefa salgını olsun.
Her bedene bulaşsın ve Dünyayı sarsın!.. Tedavisi de olmasın sonsuza dek. Sınırlar kalksın, yürekler yüreklere dokunsun. İnsanlar tarafından açılan uçurumlar sevgiyle dolsun…
Ben sana, sen bana hepimiz birbirimize, seni çok ama çok seviyorum desek.
Hiç bir zaman savaşlar kavgalar olmasa, kinler, ihanetler ve benlikler olmasa.
Tüm silahlar yok olsa, kendi ecelimizle ölsek olmaz mı?..
Öbür dünyada cenneti arayacağımıza bu dünyamızda Cennetimizi yaşasak olmaz mı?..
Dostlar, arkadaşlar, yoldaşlar, ey insanoğlu ne dersiniz?..
Sevsek, sevdikçe çoğalsak olamaz mı?..
“Ben” dedik “biz” dedik ve hep yeniden başa döndük. Başa dönmenin de bir keyfi olmalı hiç değilse yeniden deneme olanağı olur, başta atladığımız şeyleri belki ikincisinde yakalarız ya da üçüncüsünde ya da beşincisinde ya da ellisinde falan?.. Bu sabah ellisinden değil, yüz ellisinden değil, beş yüz ellisinden hatta milyondan döndüğümü algılıyorum. Acı, acı içim parçalanarak. Dönen ben değilim, artık bu kez olmaz “biz” olabiliriz dediğim. Kapıyı çaldı ve yine “ben” dedi. Onu içeri almadım alamayacağım, almayacağım, almayacağım!. Hiçbir zaman ben deyip bencil olmayacağım. Hep biz olmaya yürüyeceğim…
Şunu bilmemiz lazım; “ben olmadan biz olunmaz,ben kalarak bize varılmaz”
Cananın canı hem de canların cananı Yunus Emre‘nin “Bir ben var, benden içerü” deyişi de, benliğin hakikatini söylüyor. İnsanlığın aradığı anlamın, insanın yeryüzü macerasının hakikatini gösteriyor. Bu bağlamda Yunus Emre, ulu bir şehire benzettiği dünya ile ilgili bir şiirinde “Bu şarın sultanı var cümleye ihsanı var, Sultan ile biliş kılan yok iken vara benzer” derken hakiki kulluk hazinesinin kapısını gösteriyordu.
Pakistanlı İslam alimi, şair, filozof Muhammed İkbal benlik konusunda şunu der:
“Varlık, yokluk uçurumundan çık, yüksel. Bu ‘nasıl, ne kadar’ kayıtları ile bağlı olan cihanın üstüne çık. Kendi varlığındaki benliği mamur et. İbrahim gibi Kabe mimarı ol”.
“Benlik, ne zaman başlamıştır, kimse bilmez. Benlik akşam-sabah halkası içinde değildir. Hızırdan şu emsalsiz nükteyi işittim: Deniz, kendi dalgasından daha eski değildir”.
Velhasıl kelam biz insanlar; Yunus Emre’nin ilahi aşkla söylediği sözü de unuttuk…
Ne demişti koca Yunus ’Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ‘’
Yaradan’ın yarattığı her şeye, hoşgörüyle, sevgiyle bakılmasını tavsiye ediyor Yunus…
Konu hassas… Malum sevgi olunca…
Sevginin kaynağı Rabbimiz… Kaynağına sevgi göstermedikçe; birbirimize ve diğer tüm yaratılmışlara sevgi göstermemiz imkansız mı?.. Doğaya daha çok sahip çıksak olmaz mı?..
Hayatta hiçbir şey için geç değildir klişesini çok duymuş olmalısınız ama bir kere de benden duyun çünkü hayatta hiçbir şey için geç değil!..
Haydi, kalkın insanlık şimdi yeniden toparlanma zamanı…
Bugün yaşadığınız en güzel gün olsun, mutluluktan unutamayacağınız bir gününüz olsun ve yaşamın nefis tadını hissettiğiniz, umuda hoş geldin diyen dudaklarınız da tebessüm, ruhunuzda barış, sevgi şarkıları takılı olduğu güzel, mutlu ve sağlıklı bir PAZAR gününüz olsun…
Sevin sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir… Olduğu gibi görünen, ya da göründüğü gibi olan herkese, gönül soframdan gönül sofrasına sevgi ve muhabbetler gönderdim…
Hoşluk verin, hoşluk bulun, hoş kalın, hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın…
Bir gün, bir yerlerde, görüşmek ümidiyle…