Adana escort Alanya escort Anadolu yakası escort ankara escort Antalya escort Ataköy escort Avcılar escort Avrupa yakası escort Bahçelievler escort Bahçeşehir escort Bakırköy escort Başiktaş escort Beylikdüzü escort Bodrum escort Bursa escort Denizli escort Diyarbakır escort Esenyurt escort Eskişehir escort Etiler escort Fatih escort Gazinatep escort Halkalı escort istanbul escort İzmir escort İzmit escort Kadıköy escort Kayseri escort Kocaeli escort Konya escort Kurtköy escort Kuşadası escort Malatya escort Maltepe escort Mecidiyeköy escort Mersin escort Nişantaşı escort Pendik escort Muratpaşa escort Şirinevler escort Şişli escort Taksim escort Ümraniye escort ataşehir escort kartal escort
31 Ocak 2024 - Çarşamba

NE ARIYORUZ, NEYİ ARIYORUZ?..

Ne zaman kendimi kötü hissetsem önce Allah’a sonra yazıya sığınıyorum...

Yazar - Ömer Sabri KURŞUN
Okuma Süresi: 10 dk.
216 okunma
Ömer Sabri KURŞUN

Ömer Sabri KURŞUN

-
Google News
Ne zaman kendimi kötü hissetsem önce Allah’a sonra yazıya sığınıyorum...
İçim sayfalara aktıkça ferahlıyorum... Söyleyemediğim her ne varsa dökülüyor oraya...
Bir de dinlediğim şarkılar var... Dinledikçe, anlamlarını hissettikçe gözümden akıttığım gözyaşlarım...
Bazı şarkıları bir kez dinlemek yetmiyor; iki kez, üç kez, beş kez...
Açıyorum bilgisayarda media playerde kayıtlı şarkıyı ve tekrar moduna alıp, defalarca dinliyorum yazarken ve dahi yazdıktan sonra...
Nedenini biliyorum bu halimin...
Kafamda, gönlümde bir düşüncem, bir sıkıntım varsa; o düşünce, o sıkıntı bir film gibi sürekli ardı ardına dönüyorsa içimde, tam da o sıralarda dinlediğim bir ezgi, tabir yerindeyse, cuk diye oturuyor yerine...
Size de olur mu?..
Dilinize takılmış bir melodiyle uyandığınız olur mu hiç?..
Benim olur; bu sabah da oldu...
Uyandığımda aklımda şu şarkı vardı: Rahmetli Zeki Müren'in söylediği "
"Yılları durduracak
Güneşi doğduracak
Dünyamı dolduracak
Bir sevgi istiyorum" şarkısı...
İnsana dair en hazin duygulardan biri olarak düşünmüşümdür hep hayal kırıklığını...
Derin bir acıdır çünkü umduğun gibi gelmemesi bir işin sonunun...
Oysa beklenti; insanı motive eden bir duygu...
Beklemek mi?.. Zor İş!..
Sonunu umutla beklediğin bir şeyin umduğun gibi gelişmemesi zor iş, bitmemesi ise yıkım...
En çok da kendini suçlar insan bu durumda...
Hayal kırıklığı ile baş etmek zordur çünkü...
Sahi neyi arıyoruz?..
Kendi soruma beynim kendi cevap veriyor kimselere fırsat vermeden.
AKPAK TERTEMİZ BİR SEVGİ___
Oysa dostlar;
EN SONUNDA SEVGİYİ DE KİRLETTİLER!..
Kirletildi tüm değerler, yapmacık baharlarla süslenmeye çalışılır oldu birliktelikler...
Bu kirliliklerden aşk ve sevgi de nasibini aldı günümüzde...
"Sevmek dokunmaktır" diye bir felsefe ya da daha doğrusu bir safsata koydular ortaya...
Böylece, yüreklerde değil bedenlerde gezinen şeyin adı sevgi oldu...
Sevginin adını kirlettiler öylesine kirlettiler ki sevgi aşk kavramları duyunca aklımıza sadece bedenlerin kavuşması gelir oldu. Oysaki sevgi belki bir balığı sevmekti, dokunamasan da varlığını bilmek yeterli gelebilirdi. Parkta oynayan çocukların cıvıltısını sevmekti, asla senin olmayacağını bilsen de duymak yeterli gelebilirdi. Veya sevdiğinin gülüşünü izlediğin andı, bir o kadar senin, bir o kadar da senden uzak olduğunu bilmekti.
Sevginin adını çok kirlettiler. Daldan dala kondurduk insanlar gönlünü.
Sevgiyi, sevdayı, aşkı dahi kirlettik. Ortalık yere yere serdik ne giz kaldı ne mahrem. Kalplerdeki o yüce makamın köşkünü, tacını kirlettik.
Sevmenin anlamını bilmeden sevdik. Ona layık olmadığı değerler yükledik.
Onu sığdıramadık içimize, anlayamadık… Ve sevgiyi kurban ettik onu kirleterek öldürdük…
Sevgi belki de sadece özlemdi. Belki bir papatyanın kokusu belki bir kaktüsün ulaşılmazlığıydı. Bence sevgi tüm evrene kavuşamadıklarımıza duyduğumuz aşktı…
Evliliklerde eşler birbirlerine güzel sözlerle hitap etmeyi ayıp sayar oldu...
Ya da, “yahu yaşımız başımız geçmiş artık" diyerek, aşk'ın ve sevgini gün olup sönmesi gereken bir olgu olduğuna inandırdılar kendilerini...
Nişanlılık dönemi ya da evlilikler denemek için yapılır oldu...
"Yürütemezsek ayrılırız" diyerek adeta ayrılmak için evlenilir oldu...
Gerçek aşk'ın ve sevgi’ nin var olduğu yuvalarda hiç ayrılık olur mu?..
Ya da Aşk’tan ve Sevgi’den kaynaklanan huzursuzluk olur mu hiç?..
Canım, cananım, bir tanem gibi sevgi ifadelerine ne kadar samimi davranıyoruz acaba?..
İnsan "canım" dediği, benliğinden bir parça gördüğü, "canımı candan öte can bil, ruh ‘um ruh ‘una, gönlüm gönlüne, yüreğim yüreğine dayanak, kanın biterse kanım, kanım biterse gözyaşlarım var unutma" dediği sevgilisi ya da Aşk’ını nasıl kırar, nasıl üzer?..
Söylemlerde samimiyet olsa sevgililerin kalpleri kırılır mı hiç?..
O sevgi fısıltıları dilden değil de yürekten kopup gelse, acılar ve çaresizlikler içinde kıvranır mı sevgili?
Bu derece yoğun olan bir sevgi yürekte her geçen gün çoğalması gerekirken sönüp gider mi?
Ve aşk'ın ayrılmaz parçası olan kıskançlıklar yuva yıkmak yerine AŞK’ı daha da alevlendirmesi gerekmez mi?..
Yoksa kıskançlıklar da mı yapaylaştı dersiniz?..
Tüm bu kötülüklerin tek ilacının; sadece sevgi olduğunu unuttuk.
Gerçek sevgiyi unuttuk. Dünyamızı ve doğamızı kirlettiğimiz gibi; sevgiyi de kirlettik.
Sevgiyi; menfaat uğruna, sahte gülücüklerde ve sahte dostluklarda kullanarak; kirlettik.
En büyük ve en gerçek sevgi kaynağının Rabbimiz olduğunu ve Rabbimizin; yarattığı tüm canlılara; sonsuz merhamet ve sonsuz sevgi dolu olduğunu unuttuk.
Büyüdükçe kirlenmeyi, kirletmeyi öğrendik. Çocuklarımıza reklamlar da bile “kirlenmek güzeldir” lafını öğretmeye çalıştık. Kirletmeyi iyi sandık, fakat sevmeyi bilemedik, beceremedik. Sevgiyi tükettik, tüketildik. En sonunda kapılarımızı da kapattık. Kapıları açmaya çalıştığımızda, açılmasın diye arkasından destekledik. Bekledik ki, karşı taraf da üzülsün. O da bırakıp, gitsin istedik. Biraz sabır göstermedik. Bize yapılanı yapmaya çalıştık.
Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek...
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması...
Korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız...
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden...
Sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?..
Kimse İncitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?..
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?..
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?..
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?..
Yaratandan dolayı yaratılmışları sevmemizi engelliyor mu?..
Verebiliyor muyuz tüm bu soruların cevabını kendimize?..
Oysa bir görebilsek bunu...
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak, kırılmaktan korkmasak, yaralansak ve ne olur bir darbe daha alsak...
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu...
Denesek, risk alsak ve yanılsak...
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek o zaman fark edeceğiz ne kadar özlediğimizi birbirimizi...
Sevgiye dair içimizde neler biriktirdiğimizi fark etsek…
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım...
Biliyorum farkındayım hele şu son günlerde sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan ve koşullar bir türlü düzelmeyen...
Ama sevgiye çok ihtiyacımız var...
Ufukta kara kış görünüyor... Her yokuşun inişi olduğu gibi, her kışın sonu bahar, her baharın sonu yaz. Ancak birbirimize kalben sokularak atlatırız soğuk günleri...
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı, kurtulun bu yükten...
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize...
Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri sevgisizlik…
Dostlarım, siz siz olun hiç kimseyi masum sevginizi kirletecek kadar sevmeyin…
Hayatının her sahnesini örnek olmak zorunda olduğumuz Resulümüzün eşlerine olan sevgisinden haberdar mıyız?
Bu gün tüm edebiyatçıları susturacak, tüm sözde âşıkları kıskandıracak Resulümüz eşleriyle şakalaşır ve onları sevdiklerini, nasıl bir aşk ile bağlandıklarını söylemekten hiç çekinmezdi...
Aşk’ı sadece yüreğinde yaşatmaz dillendirirdi kimi zaman...
Haydi dostlar sevmek üzerine olan şu kısa bir menkıbeyi okuyalım ve birazda olsa düşünelim…
KÖRDÜĞÜM GİBİ SEVMEK
Hz. Aişe sevildiğini bilmesine rağmen sormadan edemezdi...
"Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun?
Allah Resulü bu ne biçim soru demiyor, sevmesem burada ne işim var demiyor, cevap veriyor; "evet Ya Aişe, tabi seviyorum!"
Bununla yetinmiyor Hz. Aişe validemiz, dahasını da merak ediyor, acaba nasıl seviyordu?
Hemen soruyor; "beni nasıl seviyorsun?"
Peygamberimiz sevgi tanımlamasını yapıyor sevgili eşine...
İçten, samimi ve hayran kalınan bir ifadeyle; "kördüğüm gibi"...
Sevgiye bakın, Aşk’a bakın!..
Açılmayan, çözülmeyen, kördüğüm gibi sevgi...
Peygamber, o Yüce Resul, "çocuklarımın anası dediği" , "evimin hanımı" dediği sevgili eşlerinden Hz. Hatice validemizin vefatına o kadar üzülmüştü ki, iki büklüm olmuştu...
O yılın adını da "hüzün yılı!" koymuş…
Var mı başka bir örneği dersiniz?.. Kördüğüm gibi sevmenin...
Olmasa da gayret gösterelim sevmek duyguların en güzellerinden birisidir. Tüm kötülükleri siler...
"Paylaşma durunca, sevmek mola verir. Fedakârlık durunca, insanlık mola verir."
Umarım herkes bir an önce kendi ışığını bulur. Bir an önce sevmeyi tadar. Bir an önce sevgiyi bulur.
Çünkü sevgi şifadır. Sevgi güçtür. Sevgi değişimin anahtarıdır.
Ben'den BİZ' e geçişin mührüdür. Kısacası emek ister, fedakarlık ister…
Son bir söz Can Yücel’den "Uğrunda fedakârlık yapmadığın sevgiyi, yüreğinde taşıyıp da kendine yük etme."
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir dostlar…
Sevdiklerinizle birlikte güzel bir Salı günü geçirmenizi diler, gönül soframdan, gönül sofranıza sevgi ve muhabbetler gönderirim… Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın... Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.